Sayfalar

16 Eylül 2021 Perşembe

Muz aşıralım mı?

Sabah 9:15'te çıktık yola Stade'den. Bize kalsa biraz daha geç kalkıp, aheste aheste kahvaltı yapıp en erken 11 gibi yola koyulurduk ama yelkenliyle yoldayken rüzgarın şiddeti ve yönüne dikkat etmek yetmezmiş gibi Elbe nehrinde yolculuk ederken gel-giti de sürekli hesaba katmak gerekiyor. Varış için bir hedef belirlememiştik mesela, çok yakın olmasın ama akşama kadar da sürmesin derken 14:30 civarı kendimizi Brunsbüttel'de bulduk. Sular çekilmiş olduğu için limana zar zor yanaşabildik ve bir teknenin yanına bağladık kendimizi, suların yükselmesini bekliyoruz başka yere geçmek için.

Yağmur sabahtan beri aralıksız yağmaya devam ediyor; çoğunlukla ahmakıslatan, arada biraz daha şiddetleniyor. Hazır limandayız, suların yükselmesine daha en az iki saat var içerde dinlenelim derken buzdolabından gelen kokuyu keşfettik. Buzdolabının içi boşaltıldı, temizlendi, hava alsın diye açık bırakıldı ama koku bir türlü geçmedi. Gaz mı, benzin mi, fare ölüsü mü var derken dolapları tek tek kontrol ettik, içindekileri boşalttık, her sebzeyi meyveyi tek tek kokladık ve suçluyu bulduk: dün aldığımız sarımsak.

Şimdi 'oh gaz sızıntısı değilmiş' rahatlığıyla oturdum bilgisayarın başına, hiç adetim olmamasına rağmen bu notu yazıyorum müzik eşliğinde.

Hobiler ve hayat kalitemiz üzerine düşünüyorum arada. Babaannemin üç aylığıyla geçinirdik biz; dört kişi, kira yok. Buca merkez ve Şirinyer, iki evde geçti çocukluğumuz. Komşuları, akrabaları, arkadaşları, tanıdıkları düşününce aklıma 'hobisi' olan tek bir kişi geliyor. Hasanağa Bahçesi'nde buz pisti vardı eskiden. Benden dört yaş küçük akrabam bir buz pateni yarışmasında üçüncülük kazanmıştı, vakti olduğunda oraya gidip paten kayıyordu. Annesi ve onun sayesinde ben de o zamanlar buz pateni kaymayı öğrenmiştim hatta. Onun dışında hobisi olan biri gelmiyor aklıma yazacakken amcamı hatırladım; emekli olduktan sonra kanarya yetiştirmeye başladı, babaannemin evinin bir odası kuşlarla doldu.

Ocke küçükken yelkenli derneklerine üye olmuş, anne ve babası onu her hafta sonu arabayla derneğe getirip götürmüşler. Bunu yapabilecek hem paraları hem zamanları hem de alışkanlıkları varmış. Alışkanlıktan kastım 'hobi'yi hayatın neredeyse vazgeçilmez bir parçası olarak görmek. Hobi insanın hem iyi gün hem kötü gün dostu. Moralimiz bozukken, yas tutarken hobinin omzuna yaslanmak; saatlerce bisiklet sürmek, günlerce yelkenliyle yol almak, yazı yazmak, dans etmek... Hala bu benim hobim diyemesem de, pandeminin ilk aylarında Hamburg'un bir köyünde tek başıma kalırken beni kurtaran tek şey yaptığım kısa bisiklet turlarıydı. Hayat sadece orada o anda hissettiğim yalnızlık değildi ve bunu idrak etmemi sağlayan bisiklet aracılığıyla bedenimle ve yaşadığım yerle kurduğum ilişki oldu.

Bu sene yelkenli ile yol yapmayı bu yüzden çok istedim, bakalım dost olabilir miyiz diye yoklamak bir nevi. Şu an bu yazıyı da sanırım yine aynı nedenle yazıyorum. Epey yalnız kaldığım Almanya'da kendime yeni dostluklar kurmaya çalışıyorum.

Belki Almanların 'soğukluğu' da bundandır. Çarşamba akşamı neyle vakit geçirecekleri belli; dans kursu, koro buluşması, aikido dersi... Çat kapı misafirliklere dünyayla kurdukları ilişkide pek yer yok. Şimdiye kadar sözleşip buluştuğum Almanların neredeyse hiçbiriyle bir kafe ya da restoranda oturmak üzere sözleşmedim. Ya birlikte yürüyüşe çıktık, ya müze gezdik ya da bir etkinliğe katıldık. Öncesinde ya da sonrasında uğranan mekanlar sadece soluklanmak için bir ara durak oldu.

Brunsbüttel'de sabah oldu! Dün akşam tuvalet ve duşların olduğu binaya girmek için gereken kodu soruştururken bir kadınla karşılaştık ve Ocke kadını tanıdığını fark edip adıyla hitap etti. Kadın ve eşiyle on sene önce bir gemiyi imha edilmekten kurtarmışlar, o zamandan beri de hiç denk gelmemişler. Böyle tesadüf etmişken akşam onların teknesine misafirliğe gittik, iki-üç saat kadar oturup muhabbet ettik. Onlar, Batı ve Doğu Almanya'nın birleşiminde başlamış ve hala devam eden küçük bir gelenek için Glückstadt'a doğru gidiyorlarmış. Doğu Almanya'da muz bulmak pek mümkün olmuyor o zamanlar, Batı'da ise marketten alınabilen sıradan bir ürün. O yüzden Doğu'ya kaçak muz getirenler oluyormuş. Almanya birleştiğinde cin fikirli bir saçmalayıcının aklına, başka teknelerden muz aşırma fikri gelmiş. Her sonbahar Elbe nehrinde yol alan teknelerdeki kişiler diğer teknelere atlayıp muz aşırıyorlar. Bu acayip etkinliğe kaç tekne/kişi katılıyor bilmiyorum ama sonunda en artistik şekilde muz aşıran birinci oluyormuş. Geçen senelerde biri yelkenle giden tekneyi boş bırakıp başka tekneden muz aşırarak teknesine dönmeyi başardığı için birinciliğe layık görülmüş. Aylar öncesinden böyle etkinliklerle ajandalarını dolduran Almanların son dakika planlarıyla pek arası olmuyor maalesef.

Yazı biterken Hindi Zahra'dan The Moon şarkısı çalıyordu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder